"Büyümediği, gerçek dünyaya karışmadığı için üzülüyordu. 'Gerçekten bucak bucak kaçıyorum,' diyordu. Birini sıkıntıda görünce çocuk gibi ortadan kaybolmak istiyorum. Korkaklıktan değil; kendimi onun yerine koymaktan. İnsanların karşısında bazen de o eski aptalca utangaçlığım yüzünden dikilip kalıyorum. Gitmek gerektiği halde bir türlü uzaklaşamıyorum. Her zaman gerekenin tersini yapıyorum, çocuklar gibi. Kitaplarla, yani bir çeşit masal dünyasıyla hayatı karıştırıyorum eskisi gibi. Galiba gittikçe de düzeltilemez oluyorum bu konuda. Masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını fark edemiyorum. Bazen, suratıma bir garip bakıyorlar; o zaman uyanır gibi oluyorum.
"Benim için bütün oyunlar, romanlar, hikâyeler herkesin anladığından başka bir anlam taşıyor. Bütün hayat, bütün insanlık bu kitaplarda anlatıldı, bitirildi. Yeni bir şey yaşamak, yeni bir kitap tanımak oluyor benim için. Kitaplarla ve onların yazarlarıyla birlikte yaşıyorum. Önsözlerle yaşıyorum. Hiçbir yazar şaşırtmıyor beni: çünkü hayatlarını sonuna kadar biliyorum. Gerçek dediğiniz dünyadaysa kimin ne yapacağı belli değil. Her gün şaşırtıyorlar beni. Yazarlarımla yaşamak daha kolay. 1886'da N. kasabasında doğdu. Babası, annesi, kardeşleri, çevresi, yaşarken kimsenin bilmediği ıstırapları, kuruntuları, arkadaşlarıyla kavgasının gerçek nedeni, hepsi hepsi satırların arasında. Tanımadığım yönlerini merak ediyorum ilk sayfalarda; fakat biliyorum hemen her şeyi öğreneceğimi.
...
"Kitaplardan, yaşantılarım için yararlanamadığımı ve kendimi bir biçime sokamadığımı da yüzüme vurabilirsiniz. Ne yapabilirim? Kitap okumakla, manavın beni aldatmasına engel olamıyorum bir türlü. Manava inanmadığım halde beni aldatıyor namussuz. Ya inandığım dostlarımın beni aldatmasını önlemek: büsbütün imkânsız bu. Dostlarım alay ediyor benimle. Bu çocuğun sonu ne olacak, diyorlar. Hiç olmazsa kitaplardan kitaplar çıkarmalıymışım. Bunu da yapamıyorum, yazamıyorum. Kitapları, işimde kullanılacak bir mal gibi göremiyorum: kapılıyorum onlara. Belki kitaplar da onlara karşı gösterdiğim aşırı ciddiyetimle alay ediyordur. Biliyorum, kitaplar da beni adamdan saymıyorlar. Fahişelerin, onlara barlarda para yediren tüccarları küçümsemesi gibi hor görüyorlar beni.
"Bütün bunları düşündükçe daha da tersleşiyorum, kendime daha çok zararım dokunuyor; benimle alay edenlerin gözünde daha da küçülüyorum. Duvarlar duvarlar var çevremde. Halsiz kalıncaya kadar başımı vuruyorum onlara."
oğuz atay/tutunamayanlar/369-370-371.sayfa
meşruta çıkmazı
21 Kasım 2011 Pazartesi
14 Kasım 2011 Pazartesi
ölümle ilgili birkaç konuşma
"hereafter" (öteki dünya) filmini izledik.
bakınca böyle, yok ya öbür dünyayı anlatmasın kimse. anlatılacak ne var. herkes yaşayacak kendi görecek zaten. yok medyumlar yok geçişler yok ölümler yok ışıklar falan. filmin konusu üç kişi üzerinde dönüyor. biri paris'te yaşayan, ölümden son anda kurtulmuş, ünlü gazeteci, işine, zenginliğine, güzelliğine önem veren bir kadın. biri londra'da yaşayan, ikiz kardeşini kaybetmiş, soluk yüzlü, kardeşinin ölünce nereye gittiğini merak eden bir çocuk. biri de san francisco'da yaşayan, normal bir hayat isteyen, medyumluk hislerinden kurtulmaya çalışan bir adam. aslında kadın, kendisi olarak ölümü arıyor, çocuk ikiz kardeşinin ölümünü arıyor, adam ise ölümden kaçıyor. hepsinin hikayesi filmin sonunda birleşiyor.
ne yazıyorsam. hiç gerek yok bu yazdıklarıma. unuturum ben bu filmi, çok kalmaz. woody allen iyi. ona devam etsek iyi.
bir an gelsin bir an. her şey sona erince güzel olur mu bilmiyorum da. şöyle düşününce ilginç: ortalama 60 sene yaşayan bir insan kaç saat yaşıyorsa, kaç dakika, hatta kaç saniye yaşıyorsa o kadar hesap verecek. her saniyenin hesabı verilecek. korkunç demeyelim. böyle bir şey çok basit geliyor. elbette korkabilmeliyiz ama bu kelime insanın ellerini karnının üzerinde birleştirip beklemede kalmasına sebep olabilir. korkudan çok, güzel ve kötü her şey hakkında konuşulacak. bu biraz komiklik, biraz ürkünçlük, biraz utangaçlık oluşturabilir. her şey konuşulacak. kimse kaçamayacak. köşeler bucaklar ortada. tam parti.
burcunurcan'la da kavga ettik bi güzel. diyorum ki her şeyin ortada olması çok güzel olacak. bütün unuttuklarımız, bütün utançlarımız, hatalarımız, kötülüklerimiz, aynı zamanda iyilikler falan. bu iyi olacak diyorum. o da diyor ki, sen ne kadar rahatsın, hiç korkmuyor musun, hesap vereceğin bir şeyler yok herhalde... gibi cümleler. ama niye böyle olsun ki, tüm açıklığından bahsediyoruz. yaptığından duyduğun utanmanın bile, alacağın cezanın bile açıklığı...
ne diyorum ne. ne yapacağım ben bu aptallıklarımı.
sınavlar başlıyor, gidip sınav çalışayım ben en iyisi (daniska yalan).
sınavlar başlıyor, gidip sınav çalışayım ben en iyisi (daniska yalan).
(bu ikiz kardeş film boyunca tek bu fotoğrafı çekinirken gülmüşlerdir. bir de şapkasız küçük kardeş, medyumu bulduğunda, doğru bilgileri duyduğunda hafif gülümsemiştir.)
11 Kasım 2011 Cuma
öyle hasta yazısı /2
yatınca bi daha kalkamıyormuş. öyle demişti. karşımdaydı. ne garipti. ilaçlarını içti ve yattı. üstünde bir sürü ağırlık vardı. hepsi yorgan. orada depremde insanlar ölüyorlardı, enkazdan çıkanlar perişandı. onda yorgan bolluğu. dalga geçtim bu haliyle. manyak mısın nesin sen dedim ama ne bileyim. insan bazen duracağı yeri bilmeliymiş meğer.
"nefes alıyordu. aldığı nefesi duyuyordu. yaşadığını duyuyordu. nefes, ciğerlerini üşütüyordu, içini üşütüyordu. kemikleri vardı. üşüyordu. dışında ise bir ateş. dış ateş. iç ateş. ne olduğunu çözemiyordu. öleceğini bilecek gibiydi. uyusa. o zaman iyi olurdu. rüyada atlar. sevgilim atlar. siz hâlâ atları tanımaz mısınız? anne geldi. anne hep gelir. 'terlemişsin. iyi.' dedi. yüzünü sildi, sevdi, öptü. anne hep gelir. hiç gitmez. nefesi duruldu, içindeki üşüme duruldu. sıcağı attı dışarı. ya soğuk? gelin artık gelin yekta, dediğini duymadılar. sevgilim yekta. siz yekta'yı hâlâ tanımaz mısınız?"
bir yanında da ken'an rifâî sohbetleri varmış:
"...Biz, bir nefes fazla Allah deyip ve Hakk'a kulluk edebilirsek yaşamak isteriz. Hakk'a kulluk ederek yaşayana ne mutlu.
Fakat, burada Hakk'ın rızâsı üzere yaşamayan kimselerin günahları daha fazlalaşmamak için yaşamayıp ölmeleri elbet hayırlıdır."
niye iyileşememek, niye iyileşememek...
"nefes alıyordu. aldığı nefesi duyuyordu. yaşadığını duyuyordu. nefes, ciğerlerini üşütüyordu, içini üşütüyordu. kemikleri vardı. üşüyordu. dışında ise bir ateş. dış ateş. iç ateş. ne olduğunu çözemiyordu. öleceğini bilecek gibiydi. uyusa. o zaman iyi olurdu. rüyada atlar. sevgilim atlar. siz hâlâ atları tanımaz mısınız? anne geldi. anne hep gelir. 'terlemişsin. iyi.' dedi. yüzünü sildi, sevdi, öptü. anne hep gelir. hiç gitmez. nefesi duruldu, içindeki üşüme duruldu. sıcağı attı dışarı. ya soğuk? gelin artık gelin yekta, dediğini duymadılar. sevgilim yekta. siz yekta'yı hâlâ tanımaz mısınız?"
bir yanında da ken'an rifâî sohbetleri varmış:
"...Biz, bir nefes fazla Allah deyip ve Hakk'a kulluk edebilirsek yaşamak isteriz. Hakk'a kulluk ederek yaşayana ne mutlu.
Fakat, burada Hakk'ın rızâsı üzere yaşamayan kimselerin günahları daha fazlalaşmamak için yaşamayıp ölmeleri elbet hayırlıdır."
niye iyileşememek, niye iyileşememek...
10 Kasım 2011 Perşembe
öyle hasta yazısı
kaybedenler kulübü. replikleri ve altıkırkbeş yayınevi. sonra müzikleri. gerçek bir film. her anlamda. şimdi my woman'ı dinliyorum ve öyle yazıyorum buraya ne yazıyorsam.
şimdi ben hastayım aslında. bu şarkıyı dinlerken de iyileşemiyorum çünkü gerçekten hastayım. gümbür gümbür öksürmediğim halde ciğerlerim dışarı fırlayacak gibi yanıyor, acıyor. hapşırmayı öyle severim ki normalde, yeniden doğmuş gibi olmak gerçek anlamda böyle, ama şimdi hapşırmak bile zararlı, her tarafım kırılıyor. içimden rüzgar hayalet gibi geçip gidiyor. başımı öne eğince sağ burun deliğim durmak bilmiyor. bunları niye yazıyorsam? bu blog niye varsa? gözde nurcan niye varsa? o kadar berbat ki.
ben yine nurofen içtim. -norofen değilmiş, nurofenmiş. umarım iyi gelir. terletip uyku yaptığı için sanırım dinlenirim. rüyamda atları görmeliyim. ve yekta'yı. gülbeyaz. sinan. ya adile? hele ya nemika? bu sefer çok yakından yakından geliyor. hem sıcak hem rüzgar. hem uyku hem at. hem cahil yekta...
atları seviniz. cahil yekta'yı seviniz.
9 Kasım 2011 Çarşamba
lüzumsuz akşamlar
bir akşam bir akşama hadi dışarıda top oynayalım demiş. teklifte bulunulan akşam top oynamak değil de, ip atlamak istemiş. teklifte bulunan akşam ise top oynamakta ısrar etmiş. dünyanın sonu gelmeden bir kere daha top oynamak istiyorum, çocukluğumun akşamlarında ben hiç gol atmadım, lütfen kırma beni diye, yalvarmış durmuş. ip oynamak isteyen akşam gayet sakin, yeni aldığı maltepenin ağzını açmış ve şöyle demiş: gece görmeden gidip golünü atalım o zaman, daha sonra da ip atlarız. böylece gol atma isteğiyle kalbi gümbürdeyen akşam holeeeey diyerek, ağzı kulaklarında dışarı fırlamış.
sonra ne mi olmuş? hiç bilmiyorum. iki akşam da aptalın teki olabilir. oyunlarla boş yere zaman geçiriyorlardır. ayrıca maltepe gibi lanet bir sigarayı içen akşam zehirlenip her an ölebilir. artist tavırlarıyla birden yerin dibine gömülebilir. diğer akşamın da heyecan ve istek dolu kalbi bir gün patlayabilir. kendilerine dikkat etmelerini de istemiyorum açıkçası. akşamları serbest bırakmak istiyorum. gerisinden bana ne. kim gol attı, kim ip atladı, dünyanın sonu geldi mi, gece geldi mi, onları yakaladı mı, falan bunlar hep laf. ne halleri varsa rahatlıkla görebilirler.
sonra ne mi olmuş? hiç bilmiyorum. iki akşam da aptalın teki olabilir. oyunlarla boş yere zaman geçiriyorlardır. ayrıca maltepe gibi lanet bir sigarayı içen akşam zehirlenip her an ölebilir. artist tavırlarıyla birden yerin dibine gömülebilir. diğer akşamın da heyecan ve istek dolu kalbi bir gün patlayabilir. kendilerine dikkat etmelerini de istemiyorum açıkçası. akşamları serbest bırakmak istiyorum. gerisinden bana ne. kim gol attı, kim ip atladı, dünyanın sonu geldi mi, gece geldi mi, onları yakaladı mı, falan bunlar hep laf. ne halleri varsa rahatlıkla görebilirler.
bu akşam bizde balık vardı
canlı bir hayvanı öldürüp yemek garip bir durum. balık mesela.
balık tutanlar var. tuttukları balıkları yiyenler var. balık satın alanlar var. satın aldıkları balıkları yiyenler var. satın almadan balık yiyenler var. balık her türlü pişmek için var.
fırında kızaran balığı görüyorum: "bir adam nasıl ağlamadan balık tutar?" gibi bir mesele. yok artık canım, yalan tabii. her şeyin içinde olduğu gibi balıkçıların hayatında da bir sürü yalan var. şimdi yalancılığın insanların üzerinde kurduğu hakimiyet tartışılmamalı. balıklar cızır cızır kızarırken, annem salata yaparken, ben dondum kaldım. bir balığın ölümünün insan kalbine vereceği cızırdamayı düşünürken, bir insan kalbinin bir insan kalbine yapacağı işkenceyi düşünmek pek bir donuktu. sıkıldım. iyi ki yalanlar vardı. yoksa herkes balıkların ağzına takılmış iğneler karşısında alkış tutardı. iyi ki yalanlar vardı ki, cızırdayan balıklar karşısında göz yaşı dökebiliyoruz. -bir insanın kurtuluşu için çabalamıyorken.
balık tutanlar var. tuttukları balıkları yiyenler var. balık satın alanlar var. satın aldıkları balıkları yiyenler var. satın almadan balık yiyenler var. balık her türlü pişmek için var.
fırında kızaran balığı görüyorum: "bir adam nasıl ağlamadan balık tutar?" gibi bir mesele. yok artık canım, yalan tabii. her şeyin içinde olduğu gibi balıkçıların hayatında da bir sürü yalan var. şimdi yalancılığın insanların üzerinde kurduğu hakimiyet tartışılmamalı. balıklar cızır cızır kızarırken, annem salata yaparken, ben dondum kaldım. bir balığın ölümünün insan kalbine vereceği cızırdamayı düşünürken, bir insan kalbinin bir insan kalbine yapacağı işkenceyi düşünmek pek bir donuktu. sıkıldım. iyi ki yalanlar vardı. yoksa herkes balıkların ağzına takılmış iğneler karşısında alkış tutardı. iyi ki yalanlar vardı ki, cızırdayan balıklar karşısında göz yaşı dökebiliyoruz. -bir insanın kurtuluşu için çabalamıyorken.
4 Kasım 2011 Cuma
rüyalar da olmasa
rüyalar olmasa asla uyumam. rüya görmediğim geceleri boş geçen sıkıcı bir güne benzetirim. bazen rüyalarımla öyle güzel anlaşırız ki uyandığımda da hala onlarla iş birliği içinde olduğumu hissederim.
özellikle seher vakti gördüğüm rüyalara karşı ayrı ilgi duyarım. öğretici özellikleri vardır bu tür zamanlarda görülen rüyaların. insan kendi iç sesini, öz benine yakın bir yerleri bulabilir. kız bebekler, açılıp kapanan kapılar, yeşil alanlar, kabaran denizler, masmavi gökler, çeşit çeşit hayvanlar, kediler, köpekler, fareler, timsahlar, gelecekler, geçmişler, şimdiler, odalar, karanlık odalar, kitap dolu odalar vs. vs.
kitap demişken. enis batur'un perişey'ini yerine geri koymanın güveniyle işten iki kitap çaldım: biri bertolt brecht sanat üzerine yazılar, biri de abbas erdoğan noyan prizren-dersaadet (sultan II. abdülhamid'in yıldız sarayı muhafızlığına getirilen arnavut taburunun öyküsü). bunları bitirme olasılığım kaçta kaç? bilmiyorum.
rüyamda bu akşam kitaplarla ilgili bir şeyler görmeliyim. kimdi? murat gülsoy'un büyübozumu yaratıcı yazarlık kitabındaydı sanırım, rüyaların yazmaya nasıl da yardımcı olabileceği geçiyordu. düşününce gerçekten rüyalardan bir sürü öykü çıkar insana. hem çoğunun kurgusu bile hazır oluyor. aslında rüyaları hiç eksiksiz bir yere not almalı. iyi kötü saçma hepsini. ümit meriç böyle yapıyormuş. sonra bazı rüyalarının gerçekleştiğini seneler sonra geri dönüp okuduğunda fark ediyormuş. hatırladığım kadarıyla peygaberimiz hz. muhammed de sabah namazından sonra ümmetin rüyalarını dinlermiş.
çok fazla rüya dedim. şimdi nasıl da uykum geldi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)