Sayfalar

12 Temmuz 2011 Salı

Sahra ve Serap...

Çöle bütün iyiniyetimle girmiştim.
Çöle bütün iyiniyetimle ve aptalca girmiştim.
İhanetin sarı ve sonsuz olduğunu
çok sonra öğrendim.
Beni çölden geri getirdiklerinde
uykumda pembe köpekler görüp
gülümsüyordum.

Dışarıda aşklar ve anılar bıraktım
İçerde adımlarım kısa bakışlarım uzak kaldı.
Oysa ben soğuk ve sisi sokakta kol kola bıraktım.
Kırık havaları nasıl sevdimdi, sizinle tekrar karşılaşsam
ölürüm gibiydi, oysa her şey paranoya ve şizofreniydi.
olmayacak geri dönüşleri, ayinleri size bıraktım.

Yüzümü ve anılarımı çıkaracak kadar güneşi yoktu
yazların. Ben sizi nasıl da ağır, nazlı ve dur bakalım
sevdiydim. Ben sizi sahrada yağmurları bekler gibi
beklemedi miydim. Bir gülün soluklanma vaktiydi, sonsuzdu,
pembeydi. Cam üstüne cam, oradaydım.
Beceriksizliğin kumral ve geçici mevsimleriydi,
ben size görkemli ne varsa hepsini bıraktım
ve kendi göğsünde büyüdüydü çocukluğum.

Yüzümü yok edecek aynayı buldunuz sonunda
avutun beni, çoğaltın beni, sırrınız oldum.
Hep bir şiirin sonu gibi konuştum, her dize
başka bir şiirden geldi, en son yanıtı buldum.

Oysa çocuktum, gün gümüştü, sahra sarıydı, belgesel
bir aşktı, her şeyden benzim uçtuydu. Çocuktum
şaşkınlığımdan guatrımı yuttuydum,
olurdu böyle şeyler, avuttunuzdu beni
nerenize yerleştim.

Yüzümü ve anılarımı çıkaracak kadar güneşi yoktu
yazların. Ağır ve nazlı, ben sizi develer tellâl değilken de
sevdiydim.

Var ettinizdi beni
hem de yok ettinizdi, bense bir çocuğun rüyasındaki
kartopu kadar gerçek olmak mı istedim.
Şimdi durdurun beni, indirin beni tesellimden
ey ruhum sen yola çık,
ben aklımı eski bahçeye gömeceğim.
Bu yaylım ateşlerinde yıkanıp
sana döneceğim.

Birhan Keskin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder