Sayfalar

30 Ekim 2011 Pazar

"sylvia" filmden

başka pek çok genç oldu ama onlar onu korkutmadılar. onları korkutmayı tercih etti sanırım. sen çok farklısın. sanırım onu korkutuyorsun. seni bu yüzden seviyor.
*
bazı insanlar bulunmak isterler. sylvia değil, hayır. sürünüp durdu ölmeyi bekleyerek. ona karşı nazik ol. daima.
*
kurgu gerçekten senin işin değil mi?
*
gerçek bana geliyor. gerçek beni seviyor.
*
bazen katıymışım gibi hissedemiyorum. görünmezim. gözlerimin arkasında hiçbir şey yok. bir insanın negatifiymişim gibi. sanki asla bir şey düşünmemişim gibi. hiçbir şey yazmamış, hiçbir şey hissetmemişim gibi. tek istediğim karanlık. karanlık ve sessizlik.
*
bir şeyden sürekli korkarsan, onun gerçekleşmesine sebep olursun.
*
kutu kapandı ve tehlikeli. pencereleri yok ve içerisinde ne olduğunu göremiyorum. sadece küçük bir kafes var. çıkış yok.
*
"ölmek sanattır.
diğer her şey gibi.
ben bunu oldukça iyi yapıyorum." l.l.


27 Ekim 2011 Perşembe

gözde arpacık vs.

yemek yenir ve televizyona bakılır ve norofenin -eğer doğru yazıyorsam- etkisi bu şarkıda mı gizlidir? ve sonsuz tekrarlar ezberler için eydir ve yarın zilhicce'nin biridir ve üşüyorumdur ve arkadaştan hala haber yoktur ve üstelik telefonu da kapanmıştır ve kusana kadar şalalalalalalalalalala demek uykuyu getirir.

"-Yani bütün okulları kapasalar Tayyar Bey,-"

http://www.youtube.com/watch?v=sknj-wA0WqU&feature=related

26 Ekim 2011 Çarşamba

teferruat


kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk.

bu öyle aklımdan geçen.

bugün aklımda birden yanan ampül ise şu:

insan isteği denilen şey teferruattır. bu dünyaya geldikten sonra insanların değer adı altında topladıkları aslında bir köşede biriktirdikleri yığınlardır. benim dinimden başka hiçbir şey önemli değildir. dinimin bir olduğu insanların hepsi benim toplum olarak var olma nedenimdir. elbette dinimizin bir olması geleneksel, kültürel özelliklerimizin birebir aynı olacağını göstermemektedir. kültürel kazanılmış veya kaybedilmiş zenginlikler insanı sonradan insan yapar. doğal olarak herkesin isteği, yaşadığı coğrafyaya göre farklı olmak zorundadır.

çoğu istek ve birikim, milliyetçi bir hastalıktır. esas ben dinimi başkalarından istediğim zaman, izin alarak yaşamak zorunda kaldığım zaman, ki bu zamanlar da çok yaşanmadı mı, hâla yaşanmıyor mu, bütün değerlerim ölmüş demektir. benim bu dünyada hangi dili konuştuğumun hangi toprak sınırları içinde yaşadığımın önemi ne ki?

ben kendi değerlerimi de başkalarının değerlerini de önemli bulmuyorum. azınlık ya da çoğunluk kim üstte kim altta, ne elde ederse ne kazanırsa hayatı için neyi lüzumlu görüyorsa neyi görmüyorsa kendi bileceği bir şey bu. beni ilgilendirmiyor ki. kimseyi de ilgilendirmiyor ki.

insan yaşamından, yani canlı bir inançtan başka beni ne ilgilendiriyor ki.

eskilerden kalan

"seni öldürsem de ruhum, biliyor musun? "

25 Ekim 2011 Salı

bugünlerde bir gün

 hayatımda ilk defa bugün kan vermeye gittim.

çapa kan merkezine girdim. içerisi ne çok kalabalık ne de çok boştu. insanlar önce forum dolduruyorlar, sıra alıyorlar, sonra da banka numarası gibi kağıtlarıyla kırmızı ışıkta yanıp sönen numaraların ilerlemesini bekliyorlardı.

annem yanımdaydı. sıra numaram 77'ydi. 10 kişi vardı. sıranın gelmesini beklerken canım sıkılmadı. bekleyenlerin arasında bir taraf okuru görmüş olmam nedense beni sevindirdi. gazete okumayalı bir yüzyıl olmuş gibiydi. gazete kokusunu özlediğimi fark ettim o anda.

sıra bize geldi. tansiyonumu ölçtüler. 7.11. parmağıma iğne batırdılar. kan değerime mi ne bakacaklardı. üzerime işlem uygulanan bu dakikalarda ailesi van'da olan bir arkadaşım aklıma geldi tekrar. mesajıma cevap atmıyor. ben de bir daha mesaj atmaya korktuğum için sadece bekliyorum.

tansiyonum normal çıktı ama kanımın bişeysi 12'ymiş. yani tam bana yetecek kadarmış. o yüzden kan alamayacaklarını söylediler. hoşçakalın dediler. annem zaten sapsarı bişeysin, olacağı buydu, dedi. yolda hurma pekmezi aldık bana.

eve dönerken bir tanıdığa rastladık. artık hep ayaküstü muhabbetlerin arasında asker deprem var. kadın şöyle dedi: askerlerimizden sonra bütün kürt topluluğunun allah belasını versin dedim. allah nasıl gösteriyor. arkasından deprem oldu.

bana yeten kanımı da aldım oradan uzaklaştım. annem onunla konuşadursun birkaç adım ötedeki bir arabaya dayanıp durdum. facebook twitter televizyon falan neyse de insanın birebir böyle insanların var olabileceğini görmesi vücutta kanın dağılımında bazı aksaklıklara neden olabilir.

sonuç olarak bunları anlattım çünkü, çok yorgunum ve kaçmak istiyorum bir köşeye.

24 Ekim 2011 Pazartesi

hoşgeldin : )



tom waits'in yeni albümü çıkmış. bas as me. single. dinle dinle doyma.

http://www.youtube.com/watch?v=B6Ta3H-ck6s&feature=related

sigara içtirebilecek şarkılardan

kimse sigara içmesin diye bir şey yok. sigara içilebilir. ama tiryaki olunmasın. lütfen, o saçmalık olmasın. bir de lütfen aptallar sigara içmesin. ya da şöyle diyeyim: sigara içerken aptal olanlar sigara içmesin.
sigara içecek insanlar ve içmeyecek insanlar vardır bence. içecek olanlar, hayatta içici olarak doğmuşlardır en baştan. bu içici lafı tiryakiliği çağrıştırmasın. işini hakkıyla yapan gibi bir şey demek istiyorum. bir kere sigara adamın eline yakışacak, kadının da tabii. dumanla dans edecek falan.
sigara kurtuluş değildir. dudaklarına yapıştırdığın bir çaresizlik değildir. aksine karakterli insanlar sigara içmelidir. /slogan mı bu/
bunların haricinde sigaramın dumanı da dumanı demek insanı pişman etmez.

gitmişlik ama dönmemişlik


geldik.

beşinci gün.

suna erkulunç midesini bozdu: yedikleri ve düzensizlik onu hasta etti.

bilge çokbilir kitap okuyor. ben de oturuyorum. bolca su içiyorum, hep yiyorum, denize giriyorum, gülüyorum -çokça.

hava çok sıcak. burası da sıcak. neredeyse saat başı aspirin içiyoruz. bilge çokbilir çok pipirikli. her konuda üstümüzde. şuan da karşımda kitabıyla yelleniyor: bu oda çok sıcak.

etrafın komik bir görüntüsü var. burada yaşamaya özenebiliriz. ama saçmalık tabii. buradaki hava bize göre değil. bize burası az. çok az. her yönüyle. sessizliğiyle, derinliğiyle, hatta sıcaklığıyla. burada yaşamaya özenen yaşamlar yalan. sadece birkaç gün mümkün burada kalmak. gerisi, ah keşke buralarda yaşasakçılık, gerçek hayat buradacılık. sadece gökyüzünün çok üstünden yeryüzüne çığlıksız bir düşüş. onlar da yaşıyorlar, biz de yaşıyoruz. ve biz çok daha fazla gördüklerimizle daha çok yaşamıyormuş numarası yapıyoruz, işte bu yüzden, çok daha fazla yaşadıklarımızdan kurtulup onların çok daha az yaşadıklarına özenme ve sıçrama gibi bir hakkımız yok.

burada gidebileceğimiz bazı yerler var. gittiğimiz yerlerde gülerken içimde bir şeyler büyüyor. ne olduğunu pek anlamıyorum. ve suyun altında meydana gelen bir kahkaha ve ardından gözlerim bulanıyor ve sonra dışarıda kahkahaya devam ve ben, onlarla beraberim işte.

ne kadar akıllı biriyim ben. neden? çünkü ilacı buzdolabına koydum. bilge çokbilir alkış yapıyor. ama yine de hafif bir gerilim var. suna erkulunç'un hastalığı. bildiğim bir şey: yarım saate iyileşecek.

bu oda çok sıcak -3.kez.

odanın dışında, çok dışında sesler var. pansiyon sahibi. nasıl bir kadın: özlem hanım özlü. siz tam ada insanısınız ve işletmecisiniz. sanki bu işler için yaratılmışsınız: netsiniz, gerektiğinde sinirli, dişlerinizi görebiliyorum, göstermediğiniz bir sevimliliğiniz, hak edene gösterebileceğiniz merhametiniz var. şımarık değilsiniz. otoritersiniz, gelişkin ve modern, yerine göre siz hayatla eğlenebilirsiniz. ama hayat sizinle eğlenemez: hırslı olduğunuzdan eminim. istediğinizi elde edersiniz, küçük noktalara takılmazsınız, kesinlikle normal bir insansınız. çoğu zaman diz kapağı boyunda çiçekli eteklerden giyersiniz.

işte biz tam bu noktada kendimizden geçmiş bulunmaktayız. uzun ya da kısa olmayan etekleri sevmiyoruz çünkü. hele bir de çiçeklilerse... yazmakla işimizin kalmadığını düşünmeyi bitirdiğimiz tam bu noktada F'nin karakterine maruz kaldığımız için kendimizi serin sulara attık. böylece söylenenler ve geri bildirim olarak iletilmesi beklenen ancak iletilemeyenler serin ve git gide açık suların derin mavisinde kayboldular. kalın sesimiz suyun altında daha da kalınlaştı. ama susmuş gibiydik çünkü sesimiz duyulmuyordu ve sadece en başından beri herkesçe duyulan kahkahalarımız, küçük nokta halindeki baloncuklar olarak su üstüne çıkıyordu: yaşadığımızı sanıyorlardı. oysa her şey olması gerektiği gibiydi. herkesten herkes kadar vardı. komik bir görünüm oluşuyordu. "kimse kimsenin dansını istemiyordu". kendimiz kendi kahkahalarımızla söyleyeceklerimizi tamamlıyorduk. böylece, yine böylece, yaşamak adına vereceğimiz izlenimleri tamamlamış oluyorduk.

hep kahkaha atıyoruz da sonra ne oluyor? bizim isteklerimiz var, çünkü herkes herkes kadar farklı. -hemen inanma. bu bir kopya. rol. farklı kumaş çeşitleri. renkli kumaş kesimleri. yediğimiz yumurta, içtiğimiz ayran, okuduğumuz kitap, taktığımız bileklik ve sevgili arzular.

benim arzum F. kendi başına ve özel. -hayır F'yi karıştırma. F'yi hiçbir katagori içine almayacağız ama bu, onu özel yaptığımız anlamına da gelmeyecek. F'yi unutmamız lazım. çünkü F, bizi, biz farkında olmadan mahvediyor ve kendisi kahkahalarına devam ediyor. F'yi kendimize acı çıkarmak için kullanmayalım. hele burada. ne alakası var, F'nin bizle ne alakası var?

tabii ki F'nin bizimle hiçbir alakası yok. ama kahkahalarımız bizim. ve kahkahalarımız devam ederken düşündüm de keşke bilge iyileşmese. çünkü dönmek pek lüzumsuz.

22 Ekim 2011 Cumartesi

ortaya karışık

tayyar ahmet ile tanıdığım, güzelim, gözümün akından sakındığım büyük ev ablukada grubunun şarkılarını indirttim sonunda. bu çok değerli görevi burcunurcan üstlendi pek tabii. kendisinin bu günlerde korsancılığın dibine vurduğunu söylemem gerekebilir. aklıma gelen şarkıyı söylüyorum, akşam elimde. tabii kendi de film konusunda bayağı bir aktif davranıyor. frida, little miss sunshine, kaybedenler kulübü gibi filmler o çalışırken bir köşe pencerede inmiş bulunarak, şimdi izlenmek üzere akşam vakitlerini bekliyorlar.

zaman çok iyi. bu günlerimi hep hatırlayacağımı biliyorum. sakinim. istediğim derecede çalışkanım. kimsenin lafını dinlememeye devam ederek yalancılıktan uzak yaşıyorum. ellerimde yıllardır kullanmadığım siyah pilot kalemin izleri var. hiç çıkmamaları hoş.

arkamda serdar tuncer videosu. ramazanı özleyebilir insan. 
şimdi elimde, "medeniyetin burçları rasim özdenören kitabı". burcunurcan, allah'ın salih kullarından ol sen.

şimdi film zamanı. güzel. frida'nın güncelerini okuyacağım zaman filmi izlemeye karar verdik. şimdi little miss sunshine için vakit uygundur. 

ha ama unutmamak gerekir ki şarkılar insana neler öğretir neler.

"bi karışsak içlerine
cebimizde taşlarda
hangi puşt bizi üzen
ne var ne yok
ne var ne yok
aşar bizi ömrüm boyu
aşar bizi ömür boyu"

18 Ekim 2011 Salı

sana ne oldu?


öss'ye girmeden önceki gün ezginin günlüğü - son vapur'u dinlediğimi hatırladım bugün. açtım şarkıyı dinledim de, bu ne lan, çocuk şarkısı dedim. oysa öyle içlenerek dinlerdim ki bu şarkıyı. küçük ve aptaldım elbette. hâlâ küçük ve aptal olduğumu inkâr edemem. çünkü şimdi de aykız'ı başka türlü bir içli halle dinliyorum. birkaç sene sonra da bu defa aykız'daki içlenmelerimle dalga geçeceğimi bilir gibiyim. çünkü, şarkılar değil de bu içlenmeler, aptalca dalga geçimliklerdir. çevremle ve kendimle öyle güzel dalga geçiyorum ki -hele bugünlerde- bu insanların derdi var. ben kendimi önemsediğim derecede kendimle dalga geçiyorum. içlenmelerim ve içlenmeleri ile. onları da deniyorum artık: bakalım dayanabilecekler mi? elbette dayanamıyorlar. o zaman beni öyle bir gülme tutuyor ki sormayın. herkes huzur bulmak istiyor mutlu olmak istiyor sevgi saygı hoşgörü istiyor. içlenmelerine insanlıklarına saygı. ben hepsini siliyorum. var mı lan. kimse kendiyle barışık değil -ben de. çünkü kimi zaman ben de dayanamıyorum kendime. insanım sonuçta. onlardan bir farkım mı var?- ancak her seferinde olduğu gibi insan, kendine değil başkalarına kaçıyor ve onların içlenmeleriyle -zayıflığıyla alay etmek çok daha eğlenceli oluyor. bunu herkes kabul etmeli. niye rahatsız olunsun ki? aksine böyle yaşamak boş bir önemlilikten çok daha iyi. hem kendinden kaçınca başkaları da senden kaçıyor. sonuçta sen kendine dönüyorsun. hep aynı: başkaları kaçadursun. en sonunda sen kendinden hiç kaçamıyorsun. yani gün gelir etrafta dalga geçimlik eleman kalmazsa, kurutursan herkesi, kendin pırıl pırıl seni bekleyen oluyor. ben de ne gerek var işte diyorum. kırılmalara, üzülmeye, ota boka ağlamaya. gitmeye, terk edişlere, özür dilemeye, affetmeye. bunların hepsine ne gerek var? herkes defolduğunda ortada insan kalmayacak zaten. "beton gülleri"yle de idare edemeyecekler. çünkü onlar bile açmayacak.

ben bu dünyada mutlu olmak istemiyorum. sürekli acı çekmek de istemiyorum. hiçbir şeyi  yaşamak için can atmıyorum. uyum yok. şartlar yalan. herkes her şeyi kendi yalan dünyasına oyuncak etme çabasında. yoksa kimsenin gerçekleri görmek gibi bir derdi yok. o pisse o kakaysa onu at çöpe.

işte öyle.

bu şarkının da ömrü tükenecek. o zaman da başka zayıflıkları elemiş olurum -kendimden ve etrafımdakilerden. mükemmel olur.

mükemmel.


Yüzler, oniki

İlk değildiniz siz, son olacak mısınız?
İlk değildiniz ki siz: Bağışlamadı kimse
ucunda doğduğum uzun firar çizgisinde beni.
Esirgeyin öyleyse bu yüzü, bu kasılmış yüzü
kaplayan korkuyu esirgeyin bu saydam kanı:
Sizin için aktım, aktığım tıkanık damardan -
içimden geçen gecede yoluma durun, beni
tanıyın.

Enis Batur