Sayfalar

10 Ocak 2011 Pazartesi

bir pazartesi akşamının sabahı ve öğleni


eyvah eyvah 2 çıkmış. geçende beyaz show'a gelmiş film ekibi. pek gülmüşler. pek eğlenceli olmuş program. salonda izlediler bizimkiler. ben içerideydim, o sırada sevgili e.k. ile msnde konuşuyorduk. bizim odadaki televizyon çok şükür ki çalışmıyor, kaç hafta oldu. tamir ettirmek için vestel'i arayıp duruyorlar ama adamlar gelmiyor. garip bir durum. hoşuma giden garip ama harika bir durum. televizyonları evlerden uzaklaştırsak, evler televizyonun gazabından kurtulsa. her neyse. imkânsız şeyler söylemeyi bırakmalıyım. o akşam beyaz show ve eyvah eyvah'tan uzakta, küçük odada, bilgisayar başında msn'e daldım gittim. sonra, beyaz'dan sonra, evde herkes eyvah eyvah izleyelim demeye başladı. (beyaz işe yaramıştı. böyle oluyor demek ki, aslında buna reklam bile denebilir.)

şimdi salonda oturdular birinci filmi izliyorlar hani konuyu anlayalım da ikincisini sinemalarda izleyelim diye. bizim evde kimsenin eyvah eyvah için sinemaya gideceğini sanmıyorum. öylesine diyorlar yine de. şimdi sevgili b.n'nin küçük gülücük patlamalarını duyuyorum. oysa bu film gülünecek kadar komik olamaz. gülünecek kadar komik olmayan filme de benim bildiğim sevgili b.n gülmez. başını biraz izleme çabam oldu ama sonra kalktım filmin başından. sevgili y.?, iş gömleklerini ütüledikten sonra mutfakta gizli-sürpiz kek yapımı için beni kendine ortak etti. içeriden gelen klarnet, bea, allah belanı vermesin ve gülücük sesleri eşliğinde kek yaptık.

film devam ediyor. güzel galiba. yani recep ivediklerle karşılaştırılınca daha iyi olduğu kesindir herhalde. filmi izleyip sonra güzel bir yorum yapacağıma, böyle izlemediğim sadece seslerini duyduğum bir film için ne diyebilirim bilmiyorum.

bugün hür adam bediüzzaman said nursi'ye gidecektik. sevgili b.n'nin reklamcı cilt doktoruna gittikten sonra zaman kaybetmemek için taksim yerine metroport'a gittik. ama ne var ki, biz büyük alışveriş merkezlerine alışmışız efendim. metroport küçücük bir dünya. (alışveriş merkezleri büyük dünyalara açılan sonsuz kapıların içinde örümcek kafalı, karanlık ve aslında insanı kısıtlayan sömürücülerdir oysa. vay be.) en üst kata çıktık. alışveriş merkezlerinde saat yoktur, yemek bölümü en üst kattadır, iniş ve çıkış merdivenleri birbirinden uzaktır. sevgili b.n ile hatırladık bu tuzakları. sinema için yukarı çıktık.

ne var ki said nursi'yi izlemek istemiyordum açıkçası. daha doğrusu şimdi izlemek istemiyordum. biraz daha bilgi sahibi olduktan sonra izlemek daha iyi olacaktı. bu yüzden gülüver'in gezileri'ne gitmeliyiz dedim sevgili b.n.'ye. o da evet daha iyi olur dedi. ama öyle bir şeydi ki, hiçbir filmde 17.00 seansına yer yoktu. bilgisayarda yer seçmek için gösterilen ekrana baktım ki, salonda toplam koltuk sayısı yirmi falandı. şaşırdık. ne saçma dedik. sevgili b.n. de benimle birlikte ne saçma dedi. filmden vazgeçmek zorunda kaldığımız için yemek yemeye karar verdik. yemek için de dolandık durduk yine. sonunda o "ateş seni çağırıyor"u zengin etmek zorunda kaldık.

inkılap kitabevi vardı galiba ikinci katta. (ne önemi varsa.) küçücüktü o da. oğuz atay tehlikeli oyunlar'ı sordum. yok dedi solgun yüzlü satıcı. yoktu. sinema bileti yoktu. yiyecek düzgün bir şey yoktu. aradığımız kitap yoktu. (zaten almayacaktım, ikinci el eski basım bulmak istiyorum ve ucuz olmalıydı zaten)

tutunamayanlar'ı gördük. ağır bir şekilde, belki de yorgun, kitaplara dayanmıştı. yanı boştu. aldım baktım 36 tl. acımasızlık dedim. böyle olmaz. tutunamayanlar'ı ikinci el bulmalı ve evdeki çoğu gereksiz kitabı verip yerine o'nu almalı.

muhteşem yüzyıl dizisi yüzünden bir sürü tantana çıktı. bu sıra aslında çok şey var. ne yazayım bununla ilgili pek fikrim yok. aslında elbette söylenecek birkaç söz var ama bunu ayrı yazmalıyım.

okay tiryakioğlu'nun kanuni kitabı timaş'tan. gözümüze çarptı. zaten göze çarpması için ön plâna çıkarmışlar. neyin ne zaman satacağını elbette biliyorlar. sevgili b.n roman şeklinde olduğu için yakınlaştı kitaba. içini açtı, birkaç bölüm okudu. gözleri parladı. biliyorum evet kitabı almak istedi. ben de evet alalım, okuyalım bari dedim. ve onu raflardan kurtardık.

film cdlerine bakarken sepette 3tl'ye kitaplar da vardı. baktım biraz, güzel görünen bir kitap buldum. sanırım onu okuyacağım ve onunla ilgili yazacağım. kitabın ismi yoksul akrabalar. liyudmila ulitskaya yazarı, doğan kitap'tan. ikinci dünya savaşı'ndan sonra moskova'yı anlatan hikayeler. çehov tarzında. merak uyandırıcı.

eve geldik. aklımda tepelere çıkma isteği vardı. daha yolda vardı, bunu sevgili b.n.'ye şöyle söylemiştim. "tepelere çıkmak istiyorum. adalara gitmek. ya da lunaparka. tepe olmalı. gondol mesela. eğer adalara gidersen de çok yüksek bir tepe." bunu ne zamandır istiyordum. benim tepe isteğimden bir şey anlamadı tabii sevgili b.n. lunaparktan çıkarım yaptı. çarpışan arabaları hatırladı.

çarpışan arabalar.
sevgili b.n. çarpışmayı hiçbir zaman istemezdi. bu konuda itinayla arabalardan uzaklaşırdı. kendi başına arabayı sürmeye, park etmeye bayılırdı. ben hep yanında otururdum. gezintiye çıkmış iki kardeş gibi olurduk.
şimdi gerçek arabadan bahsediyordu sevgili b.n.
ehliyet olayını daha halletmemişti. benim ise böyle bir hevesim hiçbir zaman olmamıştı.

aklıma bambaşka şeyler geldi o anda. bir gün üsküdar'a gidecektik. karşıya geçecektik. gezecektik. siz, arabayla gelecektiniz. sürpriz yapacaktınız. beni gezdirecektiniz. ben gülecektim. şaşıracaktım. gezecektik işte sonra eve dönecektik.

hatırladım ve unuttum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder