Sayfalar

19 Ocak 2011 Çarşamba

Yürümek ve Ağıt




Hayatta sonsuza kadar sıkılmadan yapabileceğim tek şey yürümek. Buna karar vermiş bulunmaktayım. Kendimi sokaklardayken çok huzurlu hissediyorum. Mesela o zaman her şeyi düşünme, yargılama, sonuca varma hakkına sahip oluyorum. Bunun zor olduğu zamanlar da oluyor. İnsan karşısında biri varken her zaman daha rahattır. Çünkü ona cevaplayamadığın şeyleri sorabilirsin, ona danışabilirsin. Kendine kalmak, çoğu insana iyi geliyormuş gibi görünse de, yalnızlık, sadece sokaklarda diğer insanlarla beraber, tek başına yürüyorken güzeldir. 


Yürürken, insanların gözlerine bakarsın bir saniye bile olsa, davranışlarını, gülüşlerini, bağırışlarını, sessizliklerini, hüzünlerini görmeye çalışırsın. Bir sürü resim çekersin beyninde. Çoğu zaman tiksinirsin onlardan. Tiksinçtir çünkü. Gördüklerin insana yakışacak şeyler değildir. Yine de bir şey yapamazsın. Yürümek senin için vazgeçilmezdir çünkü ve her güzelliğin kötü bir tarafı vardır. Belki yürürken, gördüklerine katlanmanla güzeldir yürümen.  Ya da mesela öyle anlar vardır ki... Bir ağaç ve çevresinde her akşam cik cikleyen kuşların türlerini merak edersin. Öyle cik ciklerler ki. Ya da mesela bir baba görürsün. İki çocuğu vardır bu babanın. Biri kız biri erkek. Nasıl da gülüyorlardır. Adam, yalandan koşuyordur, oyun yapıyordur onlara. Çocuklar onu yakalamaya çalışıyorlardır. O kadar canlılardır ki, onları görmek sana nasıl da iyi gelir.


Sonra bir an gelir. Bir gün gelir. O gün aslında diğer günlerin sessizliğidir.


İnsan doğar. İnsan ölür. Kiminin ölümü bilinir. Sonu bilinir. Sesi çok çıkıyorsa ve Dosto'nun da söylediği gibi eğer bir konuda düşünmeye başladığını gösteriyorsa özellikle sesi kesilmek istenir kişinin. Aslında ölen, diğerlerinin görmesi için doğmuştur. Bu yüzden görmeyi deneyenler bağırmaya başlar. Çünkü görüyorlardır ve kalbi yanar onların. İnsan için. Başka hiçbir şey değil. İnsan içindir tüm çaba. Katil vardır. Bulunması gerekir onların. Cezalandırılmaları gerekir. Adalet gereklidir, yaşam için, insanın kendine, hayatına değer vermesi için, bir sonu olması için. 


Ben yürüyordum. Hava soğuktu. Hava artık soğuk. Ellerim ceplerimde, hırkama sarınmış. Birileri bağırıyordu. “Hepimiz hrantız hepimiz ermeniyiz” diye. Ben de baktım onlara bir adım geriden. Gerideydim evet. "Adalet yoksa özgürlük yoksa barış da yok" diyorlardı. "sabah oluyor güneş doğuyor" diyorlardı. Bir sürü şey diyorlardı. Ben sessizdim. İnsanlar ölünce düşünüyordum ister istemez. Nedenleri, sonuçları ve bilinmezlikleri. Ben “hepimiz hrantız, ermeniyiz” demeyi istemedim. O, hrant’tı, o ermeniydi demek daha iyi değil miydi? Buradaki anlam elbette farklıydı, ancak yine de garip geliyordu kulağa. "Hepimiz ermeniyiz" dediğimizde mesela hepimiz kürt’üz dememiz de gerekmez miydi? Ama buna ne gerek vardı? Onlar kürt, demek yeterli değil miydi? Ben türküm, o kürt, o ermeni, o hrant ve işte onun da sesi kesildi. 


Herkes dağıldı. Ben yürümeye devam ettim. Yolumun üzerinde balıklar vardı. Köprü ve neşeli gözleriyle bana gülümseyen nokta halindeki ışıklar vardı. Balık tutan yaşlı bir amca vardı. “Kefal” dedi. “Bunlar da levrek.” Balıklara baktım. Biri yalnızdı. Çoktan ölmüştü. Öylece duruyordu. Oltaya ne zaman takıldığını, ne zaman sonunun geldiğini düşündüm durdum. 


Sonra oradan uzaklaştım. Otobüse bindiğimde aklıma "ağıt"tan başka bir şey dinlemek gelmedi. 



ağıt


kopardılar dalından yemişi

çiğnediler nalçalı topukla çiğnediler

şimdi dağların ardı kan rengi

şimdi gözlerim kanlı ve susuz

tut beni gülüm, bu benim elim

kurudu gözlerimin sevinci


oktay rıfat / ezginin günlüğü


ve güzel bir haber: sevgili r.e show tv'de işe başlamıştır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder