Sayfalar

27 Ocak 2011 Perşembe

Votkacı Dişçi ve "nefret ettiğim kedilerim"


Dışarı çıktım. Kedi fotoğrafları çekmek için Samatya’ya indim. Zorunlu olarak. Kedi sevmem. Hiç sevmem.

Samatya, eskiden küçük Paris olarak anımsanıyormuş, kiliseler ve camiiler yan yana denecek kadar birbirlerine yakınlar. Ermeniler, Rumlar, Müslümanlar senelerdir birlikte yaşıyorlar.

Pazarın kurulduğu sokaklardan geçiyorsunuz. Yokuş aşağı denize doğru iniyorsunuz. Balıkçılar ve restoranlardan sonra tren istasyonuna geliyorsunuz. Biraz daha yürüdüğünüzde köprüden geçiyorsunuz sahile gitmek için. Köprüden baktığınızda maviliğini ve berraklığını kışa bırakmış denizi; ufukta, sisin arkasına saklanmış gemileri görüyorsunuz.

Samatya’nın ara sokaklarında yaşayan kedilerin diğer sokak kedileri gibi bakıma muhtaç oldukları kesin. Bu kediler, rahat koşullarda ya da dışarıda yaşasalar da insanların yardımına alışmış kediler değiller. Kedilerin duruşları, onları asil yapar. Ancak sanki bu kediler insanlardan korkuyorlar ve tedirgin gibiler. Diğerlerinin yanında sahildekiler, denize karşı keyiflenebildikleri için şanslılar.

Tren istasyonunun karşısındaki dar ve çıkmaz sokakta (evlerin yıkılacağını söylüyorlardı), yaşayan kedilerin, bakıma ihtiyaçları oldukları yine bir gerçekti. Ancak bu sokakta yaşayan insanlar da böyleydi. Her sokağa, ortama göre bile yaşantılar değişiyordu.

Bir ev gördüm. Çok eskiydi, çok eski. Evin önünde bir kedi oturuyordu. Sanki evin bekçiliğini yapıyor gibiydi. Onun fotoğrafını çekerken içeriden bir adam geldi. Bu eski evin, bir dişçiye ait olduğunu söyledi. Şaşırdım önce inanmadım. İçeri girince küçük bir hol karşıma çıktı. Burada korku filmlerini anımsatacak görüntüler vardı. Eski, paslanmış, dişçilere ait, ancak kullanılmaması gereken aletler, su dolu bir bidon, üzerinde “arızalı” yazan tuvalet kapısı vardı. Ortam öyle pisti ki. Yanımdaki adam, kendisinin de dişçi olduğunu, Beşiktaş’ta çalıştığını söyledi ve bana kartını verdi. Bu eski evin sahibi sözde diş doktoru ise, votka çerez parasına diş yapıyordu. İnsanlar da ona diş yaptırmaya geliyorlardı!  Bu alkolik adamı görmek istedim. Tedirgindim. Karşımdaki adama da güvenemiyordum. Ama içerideydim zaten artık. Sonra bir kapıdan içeri girdik bana bilgileri veren orta yaşlı adamla. İçeri girdiğimizde yaşlı, beyaz sakallı adını o anda öğrendiğim Namık Usta’yı selamladık (şimdi tam hatırlamıyorum, galiba Namık’tı).  Masasının başında sözde doktor, sözde hastalarını tedavi ediyordu. Onun gibi bir yaşlı adam ve büyük ihtimalle bu adamın torunu olan bir çocuk, bu pis odaya diş yaptırmak ya da çektirmek için gelmişlerdi. Arka tarafta bir perde vardı, bir tarafta asılmış pantolonlar… Alkolik dişçiye bir şeyler uydurdum, annemin dişlerini yaptırmak için geldiğimi söyledim. Sabah 10 akşam 8 gibi açık olduğunu söyledi. Belli ki tedaviye ihtiyacı vardı. İçerisini inceledikten sonra hemen oradan çıktık. Öyle şaşkındım ki. İnsanlar buraya gelip nasıl diş yaptırabilirlerdi? Bu adamın burada diş yaparak para kazanmasına nasıl göz yumuluyordu? İnsanlar hiç korkmuyorlar mıydı?

Sonra geri döndüm. Kedi bulmak alkolik insanları bulmaktan daha kolay olmalıydı.

***

"Samatya adının kaynağı, Bizans dönemindeki Psamathion’dur. Psamthos Rumca’da kum anlamına gelmektedir. Bölgenin kumluk bir yöre olması ve sahilden kum çıkarılması nedeniyle bu adı almış olması muhtemeldir. Megaraların kumandanı efsanevi Bizas, bugün Topkapı Sarayı’nın bulunduğu yerde kendi şehri Bizanstion’u kurarken Samatya’nın yerinde, bir köy bulunuyordu. Köyde balıkçılığın yanı sıra, tarım da yapıldığı tahmin edilmektedir. 
Samatya, Bizans döneminde şehrin görece az iskan edilmiş bir bölgesiydi ve burada bazı kiliseler ve manastırlar bulunuyordu."  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder