Sayfalar

12 Ocak 2011 Çarşamba

sessizlik hikâyeleri / mehmet fehmi imre


sessizlik hikâyeleri.
mehmet fehmi imre
1.baskı iletişim yayınları nisan 1994 / 127 syf

insanı alıp başka yerlere götüren altı hikâye. insanın içini burkan, kalbine dokunan hikâyeler. kimine karışık gelir, kimi ne şimdi bu hiçbir şey anlamadım diyebilir, cümle sonlarında olmayan noktalama işaretlerinden kimi de rahatsız olabilir.

sessizlik hikâyeleri'nin belirli bir okuyucusu vardır bence. yani bu tarz öyküleri herkesin seveceğini ve okuyacağını sanmıyorum. şimdiki ruh haliyle okusa ne der bilmiyorum ama, iki sene önce sevgili e.k'ya bu kitabı tavsiye etmiştim. o da merak ederek almıştı. okuduktan sonra allah seni kahretsin, bunu mu bana tavsiye ettin, bu mu harika diye bana kızdı. ilk okuduğumda çok beğenmiştim kitabı ancak, üzerinden çok zaman geçmişti. sevgili e.k'ya ne diyeceğimi bilemedim bu yüzden. geçenlerde elimde olmadığı için, e.k'dan kitabı alıp tekrar okudum. şimdi aradan geçen dört sene itibariyle kitaba karşı beğeninin yanında bir hüznümün de oluştuğunu hissettim. böylece bu hikâyeler güzel olmasının yanında benim için özel bir yere de sahip oldular.

mehmet fehmi imre bunu nasıl yapıyor bilmiyorum ama insanın beynindeki ve kalbindeki iç mahkemesini, yalnızlığa mahkum olmayı seçmiş insanları, karışık gibi görünen ancak hepimizin içini yansıtan samimi cümlelerle anlatıyor. insan okuduğunda bir başlangıç ya da bir son bulamıyor belki öykülerde. sanki bir şey anlatmıyor, sanki durup dururken bitiyor. tekrarlanan cümleler var. bu başka bir şey. noktalama işaretlerini kaybediyor yazar, cümleler gidiyor kaçıyor söylüyor, kendine anlatıyor sadece. sessizliğine haykırıyor. sonra susuyor. bu başka bir şey.

bahsettiğim gibi altı öykü var kitapta: gözyaşı, tebessüm, sonsuz, büyükada, yolculuk, düello.

en beğendiğim öykü büyükada. tam bilemiyorum ama büyükada öyküsüyle oğuz atay'ın korkuyu beklerken öyküsünü benzettiğimi ya da iki öykünün birbirini anımsattığını söylemeliyim. büyükada öyküsünde bir adam bulduğu mektupları, ada evinde çözümlemeye çalşırken; korkuyu beklerken öyküsünde ise bir adamın eve gelen yabancı dille yazılmış bir mektubu çözümlemesi çerçevesindeki yaşantısı, tercihleri, olmak istediği, olmak istemediği halleri, ruh hali, sonunda topluma mal edilen ancak başta toplumdan uzak insan modeline göre anlatılıyor. -biraz karıştı galiba.

kitapta büyükada öyküsü favorimdir. cümleler okuyucuya yabancı değildir ancak gelip taş gibi yüreğe oturur ifadeler.

yolculuk öyküsünün ayrı bir yeri var. vapur macerası. bir kız. bir yaşlı. bir genç adam.


sonsuz öyküsü bir rüya, bir masal, bir martı kanadına takılmak ve uçmak uçmak gitmek özgürce...

mehmet fethi imre 1957 ankara doğumlu. piccadilly'nin kırmızı ışıkları (1984) 125 adet satmış. gerçeğin fantastik tahayyülleri (1985), roman manuel ortega'nın kitabı (1986), yüzyetmişaltı yıl (1992) isimli kitapları var. cennet ve cehennem isimli öyküleri ise sessizlik hikâyeleri'nden sonra çıktı yanlış bilmiyorsam.

ve kitaptan alıntılar:

büyükada öyküsü'nden:

"27 eylül 1902
gözbebeğim


kelimelerin mutlaka kifayetsiz olduklarını daha önce söyleselerdi bana hiç umursamaz daha başka ne anlatmak isteyebiliriz ki derdim hiç kendime yakıştıramayacağım bir bencillikle. ama kelimeler kifayetsizler ve bu kifayetsizlik bana acı veriyor.


senin için başka ne diyebileceğimi düşündüm. ancak yüreğim diyebilirdim ama bu kelime de hiç hakkım olmadığı halde seni yüreğime hapsettiğimi hissettirdi bana ve sadece seni gördüğüm sadece senin yolunu gözlediğim için gözbebeğim dedim, gözbebeğim gözbebeğim.
artık yaz bitti ama ada hâlâ yazı yaşıyor ve bu gece bütün ağustos böcekleri seni çağırıyorlar, hepsi sanki sadece senin için şarkı söylüyorlar.

sen gideli kaç gün oldu bilmiyorum, bilmek de istemiyorum, günler geçecek ve bir gün yine bembeyaz elbisen bembeyaz pabuçların ve o güzel bembeyaz şapkanla geleceksin, vapurdan inen kalabalığın arasında hemen göreceğim seni, bembeyaz dişlerinle gülümseyeceksin bana ve sabırsızlıkla sarılacağız birbirimize aradan bir gün geçmiş olmasına rağmen sabırsızlıkla sarılacağız birbirimize..


ev sanki hiç kimse yokmuş gibi bomboş, sanki yıllardır kimse yaşamamış gibi bomboş. tek tek senin ayak izlerine basarak dolaşıyorum her odada konuştuklarımızı hatırlayarak dolaşıyorum ve birden seni görüyorum karşımda şaşırıyorum, seviniyorum.


sanki senin sevdiğin o kağıt kokusu seninle beraber gitti, ev artık hiçbir şey kokmuyor, parfümlerim bile kokmuyor, her şey seninle beraber uzaklaştı gitti, kaç gün oldu hatırlamıyorum, hatırlamıyorum.


hasretin bir kor gibi yakıyor avuçlarımı, ellerini görüyorum avuçlarımda, dayanamıyorum.


başkalarıyla konuşmak seni düşünmemi engelleyeceği için artık kimseyle konuşmuyorum, kitap bile okumuyorum, sadece bahçede sararmış otlar arasında gezinmek, arasıra ceviz, kestane bularak onları serçelere ikram etmek yetiyor bana.


geleceksin değil mi?


daima senin 
eugenie"

"3 haziran 1934
gözbebeğim


kanatlanmış kanaryalar gibi sıklamenlere seni sordum bu gün. hepsi bir den önce kıpkırmızı oldular, sonra erguvan rengine büründüler ve şimdiye kadar hiç duymadığım bir şarkıya başladılar.. ne güzel bir şarkıydı sanki sen söylüyormuşsun gibi sanki sen bana söylüyormuşsun gibi güzel geldi bana birden ve dinlemeye başladım. hiç susmadan uzun uzun şarkı söyledin bana bu gün. ne güzeldi. birden birisi havalandı ve yanağıma bir öpücük kondurdu, gözyaşlarını görmeye dayanamıyorum dedi bana, gözyaşlarını görmeye dayanamıyorum dedin bana ve elimi tuttun güzel ellerinle gülümseyerek.. gülümseyerek gözlerime baktın ne olur ağlama dedin bana.. ağlamıyorum dedim gülerek, bu güzel şarkıyı dinliyorum sadece. öyle güzel bir şarkıydı ki ceviz ağacına yuvalanmış bütün serçeler de birden susup uzun uzun dinlediler..
sonra birden hava karardı, güneş ağır ağır uzaklaştı, belki mahzun belki sevinçli.. 
...
sadece seni düşünerek yaşıyorum ama sen sakın bilme bunu..
geleceksin değil mi?


daima senin
eugenie"

ve diğer öykülerden alıntılar:

gece yürüyüşlerimde çok ağır yürümek vazgeçemeyeceğim bir adetimdir, aslında her zaman çok ağır yürürüm sanki hiçbir işim yokmuş gibi ve bir işi varmış gibi yürüyen insanları o anda oturup seyretmeyi çok severim.
*
yeni eşyadan nefret ederim, yeni eşya yeni tanışılan bir insan gibidir anlaşabilmek için uzun zaman gerekir, anlaşınca da tozlanmış ve sararmış hale gelir o vakit ne lüzum var diyerek eskiydi eşyam yeni de olamazdı zaten gereksiz bir ayrıntı yüzünden. gereksiz ayrıntılar gözümü yorarlar.
*
hayatın getirdikleriyle ölümün getireceklerini kıyasladığımda hiçbiri ağır basmıyor, o zaman? o zaman beyhude harcanmış çabalar bir gün hiçbir şey kalmayacağını bile bile yapılmış evler gibi birer birer yıkılıyorlar gözlerimin önünde yerle bir oluyorlar toprak atılıyor üstlerine kokmamaları için. 
*
yavaşça kalınlaşan kırmızı bir çizgi bütün ince çizgileri kapattı yavaşça geride kalan zamanda.
*
ne güzel bir gece. öyle sessiz öyle sakin... sanki birden gelecek hiç duymayacağım birden belirecek karşımda geldiğini duymadım diyeceğim kimse duymaz diyecek gülümseyeceğim halbuki yıllardır bekliyorum halbuki yılardır bekliyorum üstelik duyuyorum da geliyor duydum dersen korkar sanıyorum korkar ve nerede olduğunu bilmeyen bir kaplumbağa gibi kabuğuna saklanır yine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder